0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

12. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

12. CİNAYET.

"... uyandığında hareket etmeden önce bağlı olacağını unutma, bileklerini çekiştirip de canını acıtma...."

Bilincim yerine geldiğinde ilk hatırladığım sözcükler bunlar oldu. Ve anladım ki kelimelerin derinliği var ve bu derinliği o sağlayabilir. İsterse kalbime kadar iter, isterse tenime bile değdirmez. Ardından da bu sözleri bana söylediği yer ve zamanı, yaşanılanları anımsadım.

Gözlerimi aralamadan önce sesleri dinleyip nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Serin bir yerdeydim, saç diplerimden enseme bir soğuk çarpıyordu. Konuşmalar, ya duyma organım hâlâ kendine gelmediği için ya da uzakta olduğu için boğuk şekilde yansıyordu kulaklarıma.

"Hastaneden aradılar, kurşun yalnızca sıyırmış," dedi yabancı ses. Sanırım milletvekilinden bahsetmişti.

Gözlerimi açınca ensemdeki ağrının sebebi anlaşıldı. Kafam, oturduğum sandalyenin arkasına düşmüştü ve doğrudan tavanı görüyordum. Kirli, loş tavan rutubet doluydu. Hissim, hâlâ aynı binanın içinde olduğumu söylediğinde ona güvendim. İçerideki koku bile aynıydı, beni binanın alt katına indirmişlerdi. Eskiden kullanılan, şimdiyse sadece bir masa ve sandalye olan odadaydım. Ensemi sandalyenin üstünden kaldırıp önüme bakınca, karşımdaki sandalyede Deren'in oturduğunu gördüm. Diğer iki koruma arka taraftaydı, Deren gibi kendime gelmemi bekliyorlardı. İkisi de çok iri, donanımlı görünüyordu. Uyandığımı gördüklerinde Deren'e baktılar ve ben de ona döndüm.

Acaba beni o mu bağlamıştı? O bağlamış olmalıydı... Çünkü iplerle tenim arasında canımı acıtmayacak kadar boşluk vardı.

O boşluk canımı acıtmayacak...

Ama o acıtacak...

Tekrardan, beni ona çeken şefkati böyle hissettim ve kurumuş dudaklarımı yaladım. Deren'in gözleri dışarıya çıkan dilimi takip edip yüzümü izledi. "Uyabildiniz hanımefendi." Ardından omzunun üstünden iki korumaya baktı. "Şu çantayla ceketi verin."

Korumalardan birisi hareket edip köşedeki eşyalarımı aldı ve Deren'e uzatırken, "Polise haber verecek miyiz?" diye sordu.

"Ben söyleyene kadar hiçbir şey yapmayacaksınız," dedi Deren. Bana dönüp çantamı açarken, "Adın ne?" diye sordu.

Çantamın fermuarını açıp içindeki her şeyi aşağıya döktüğünde, sorduğu soru yüzünden gülmeye başlamıştım. Deren bu yüzden başını kaldırıp bana bakarken, diğer iki koruma da gergin şekilde kaşlarını çattı. "Komik olan ne hanımefendi?" diye kızdı Deren.

Korkmuş gibi, "Beni öldürecek misiniz?" diye sordum.

Korumalardan birisi, "Biz katil değiliz, korumayız," dedi.

Deren yere dağılan eşyalarıma bakıp, dudaklarıma sürdüğüm ruju aldı ve doğrulmadan dudaklarıma bakıp ardından ruju ceketinin kolundan içeriye itti. Hiçbir şey olmamış gibi de diğer eşyalarıma bakmakla ilgilenirken, "Ben katilim," diye düzeltti korumayı.

Koruma genzini temizledi. "Abi öyle söyleme ya, ürperiyorum."

"Madem katil değilsiniz, biraz kibar olun," dedim. "Bileklerim acıyor."

Korumaların ikisi de tavizsiz şekilde bakmaya devam ederken, "Bir süre daha acıyabilir," dedi Deren ve sandalyeden kalkıp üzerime yürüdü. "Çantada ve cekette hiçbir şahsi eşyan yok. Kimsin, nerelisin?"

Başımı arkaya attım ve saçlarımın uçları ensemi yakarken, omuzlarının iki yanından düşen kravatını izledim. "Kulağına söyleyebilirim," dedim.

"Bu kadın abiye yanlıyor herhalde," dedi korumalardan birisi, diğerine.

Deren bana alçalmaya başlayıp bir elini sandalyemin arkasına koyduğunda, kolu çıplak omzuma sürttü. Kafasını kafama yaslayıp kulağını çevirdiğinde yalnızca onun duyabileceği şekilde, "Seni gerçekten korumam yapmalıymışım," dedim. "Çok yakışıklısın."

Ürperdiğini, tek bir tepki vermese bile hissettim. Göğüs kafesi yukarıya doğru hareket etti. Birkaç saniye aynı pozisyonda durup sonra geriye çekildi ve kayıtsızlıkla ellerini, gömleğinin üstünden beline yasladı. "Benimle alay etmeyin hanımefendi! Ajan mısınız, derhal söyleyin."

Korumalardan birisi öne çıkıp, "Ne zırvaladı?" diye sordu.

"Beni çok beğenmiş! Manyak mıdır nedir!"

Koruma sessizleşip ardından, "Bana kalırsa ajan," dedi. "Türkçe’si kırık." Bana döndü. "Suikast için kimden emir aldın?"

Yanaklarımı şişirip ofladım ve bakışlarımı camdan dışarıya çevirdim. İlerideki bina da salon da çoktan boşaltılmıştı. Etrafta kimse yoktu. Yaman'ın ne zaman harekete geçeceğini merak ediyordum, belki de sonsuza kadar benim çıkmamı bekleyecekti. Deren'in bana yaklaştığını, ardından da çenemi tutup yüzüne çevirdiğini hissedince alev alev gözlerine baktım. "Konuşmazsan canını acıtan tek şey bileğine bağladığım ipler olmayacak."

Doğru düşünmüştüm. İpleri o bağlamıştı. Bu yüzden canımı acıtmıyorlardı.

"Tek başımayım. Kimseden emir almadım."

Deren "Yabancı politikacılar mı yoksa Türk politikacılar mı senden bunu yapmanı istedi?" diye sordu.

"Kendim yaptım be kendim! Kimseden emir almam! İnanmıyorsanız size kalmış! İstediğiniz yapın bana, umurumda değil!"

Kafamı sertçe camdan dışarıya çevirdiğimde, Deren'in nefesi yanağımı sıcak şekilde okşadı. Çenemi bırakmadan önce de baş parmağıyla çenemin altındaki yere bir daire çizip doğruldu. 

"Abi, telefonu çalıyor."

Korumanın sesini duydum ve ardından yerde ekranı parlayan telefonuma bakınca nefesim kesildi. Beni arayabilecek tek kişi Gece'ydi. Koruma eğilip yerden aldığı telefonu Deren'e uzatırken, "Gece yazıyor," dedi.

Hayır, sakın o telefonu açma.

Deren ekranıma bakıp telefonu açtı, kulağına götürdüğü anda Gece'nin, "Karmen," diyen endişeli sesini duydum. "Çok kötü bir şey oldu."

Yalvarırım Nil'in adını geçirme.

"Karmen?" diye yineledi cevap vermediğim için.

"Kimsin?" diye telefona bağırdı Deren.

Gece'nin nefesinin kesildiğini hissettim. Tekrar adımı söyleyip, "Bu Karmen'in telefonu, kendisi nerede?" diye sordu.

Eğer Nil'in yanındaysan hemen oradan ayrılmalısın, diye geçirdim içimden.

"Karmen'in neyi oluyorsun?" diye sordu Deren.

Bir saniye sonrasıydı, Gece aramayı hızla kapattı ve Deren'de telefonu indirip bana doğru baktı. Bir koruma, "Arananlarına, mesajlarına baksana abi," dedi.

Deren dönüp şöyle bir göz attı korumaya. "İzin verdiğin için teşekkür ederim."

Yapması gerektiği için telefonumu kurcalamaya başladı. O konuda endişe duymuyordum. Gece ile olan her mesajımı, her aramamı hemen siliyordum. Telefonumda beni zor duruma düşürecek hiçbir şey yoktu. Deren'de bunu fark edip telefonumu yerdeki ceketimin üzerine attı.

Gözlerimi kısıp dik dik baktım.

Bana yeni bir telefon almak istiyordu galiba.

"Bir arama yapmam gerekiyor," dedi sonra da, korumalara göz atarak. "Ben gelene kadar bekleyin."

Acaba Nil ile ilgili bir arama yapacaktı? Ya da bizi bu durumdan kurtaracak bir arama mı? Kendi telefonunu cebinden çıkararak odadan ayrıldığında iki korumayla beraber kalıp yerdeki eşyalarıma baktım. 

O sırada daha sessiz ve ciddi olanı bana yaklaşarak, "Üstünü aramamız lazım," dedi.

Diğeri, "Bekleyin dedi," diyerek korumaya hatırlatma yaptı.

Adam yanıma kadar gelip arkama geçince, iplerin aslında gevşek bağlandığını anlamaması için kendim çekiştirmeye başladım. İpleri çözmeye çalışırken, "Deren'in kafası dalgın," dedi koruma. "İlk olarak kadının üstünü aramalıydık, onu bile unuttu."

"İyi madem," dedi diğeri de bana yaklaşıp.

İpler çözüldüğünde serbest kalan bileklerimi ovuşturmaya zamanım olur sandım ama arkamdaki koruma beni sertçe kaldırınca, gözlerimi kapatıp sabırla soludum. İki kolumu arkadan tutup, önümdeki adama, "Üstünden ara," dedi. Karşımdaki, daha yumuşak huylu koruma ellerini omuzlarıma koydu ve kollarıma kadar indirdi. Sadece üzerimde değil, derimde de bir şey aradıklarını anladım. Belki dinleme cihazı, belki çip.

"Üzerimde hiçbir şey yok," dedim, ellerinin üstümde dolaşmasından hoşlanmayarak.

"İşimi yapıyorum," dedi ve ardından ellerini yanlarıma koydu, koltuk altlarımdan aşağıya inmeden önce de göğüslerimi, boynumu, karnımı aradı. Canımı sıktığı için geriledim ancak arkadaki adam kollarımı daha sıkı tutarak, "Zorlaştırırsan acı çekersin," dedi.

İkisinin de bana dokunmak gibi bir arzularının olmadığını, gerçekten yapmaları gerektiği için bunu yaptıklarını biliyordum ama bu rıza gösterdiğim, kabullendiğim anlamına gelmiyordu. "Acı çekerim, yine de zorlaştırırım," diyerek dirseğimi serçe karnına geçirdim.

Tıslama sesi enseme çarptı ve birkaç saniye sonra çıplak sırtıma silah namlusu dokundu. "Suçlu olduğun yetmiyor gibi bir de güçlüsün!"

Silahtan korku duyacağımı sanıyorsa gerçekten yanılıyordu. Ayaklarımı, bağlı olduğu için kullanamıyordum ve yalnızca dirseklerimle onu itmeyi deniyordum. Onu devirecek hamleyi biliyordum ama benim gibi, o da üstün dövüş dersleri aldığı için üstün gelmek zor olacaktı. Karşımdaki adam eğilip bacaklarımı iki yanımdan elledi ve ardından ellerini bacak arama soktu. Baldırlarımın içine dokunup doğrulduğunda, gözlerim nefretle ona bakıyordu. İşini, beni hiç kale almadan yapmaya devam edip bu kez elbisemin kancasını açtı ve serbest kalan elbise, gövdemi açık bırakarak karnıma kadar düştü. Siyah, saten sutyenime hiç aldırmadan, doğrusu ne kadar çıplak olduğuma da aldırmadan ellerini, sutyenimin kenarlarında dolaştırıyordu ki, kapının açıldığını duydum.

Duraksamasından Deren'in geldiğini anladım.

Karşımdaki korumanın gözlerine bakıyorken kanım kulağıma daha hücumla çarptı. Deren'in ilerleyen adımlarını duydum ve karşımdaki adam arkasına dönüp ona baktığında Deren soluğunu yanımızda aldı. Bir saniye geçmedi ki, karşımdaki adamın başı Deren'in elinin tersiyle attığı sert tokatla beraber adeta uçtu. Aldığı darbenin etkisiyle irkildi ama elini yanağına bile götürmedi. Yalnızca yutkunup geriye çekilirken, yerinden oynayan kulaklığını düzeltti.

"Özür dilerim abi, unuttun diye..."

"Özrün kabahatinden büyük!"

Deren, dişleri arasından soluyarak bana döndü ve yüzüme, gözlerime hiç bakmadan omzumun üzerinden korumaya döndü. Uzanıp elbisemin kumaşını yukarıya çekiştirirken, arkamdaki korumaya, "Bensiz hareket etmemeniz gerektiğini unuttunuz mu?" diye bağırdı.

Adam beni serbest bırakıp arkamdan çekildi ve Deren'e karşısına yürüyerek, "Kafan dalgın, ilk önce yapman gereken şey kadını aramakken aklına bile gelmedi," dedi.

Deren'in sinirden titreyen elleri elbisemi göğsüme bastırdı ve diğer eliyle beni ters çevirip arkasını döndü. Elbisemi düzeltmem için müsaade ettiğini anlayıp askılarını boynuma doğru taşıdım ve elbisenin kancasını taktım. Deren'in tekinsiz adım sesleri odanın içinde yükselirken, "Kızım kayboldu, derdim sikimi geçti diye siz beni hafife mi almaya başladınız?" Diye sordu, ciddi ciddi. "Unutmadım lan, unutmadım! Sittin sene yaptığım şeyi mi unutacağım! Her şeyin adabı, edebi var şerefsizler! Başınızda polis olmadan bu aramayı yapamazsınız, hâlâ mı öğrenemediniz!"

"Kim ne bilecek..."

"Siktir git şuradan," dedi Deren, neredeyse fısıltıyla. Omzumun üstünden dönüp bakınca üstümü aramaları gerektiğini söyleyen korumaya yüklendiğini gördüm. Adam onu ikiletmeden gerileyip odanın köşesine çekilince, diğeri de başını önüne eğdi. Deren bana dönüp üstümü kontrol ederken alnında ter damlaları parlıyordu. Elbisemin eteğini düzeltip yere düşmüş kravatını aldım ve ona doğru uzatırken, gözlerine dingin şekilde baktım. Sanırım canımın yanmıyor olduğunu, iyi olduğumu görüp derin nefes verirken kravatını elimden aldı. 

Boğuk sesiyle, "İyi misiniz?" diye sordu.

"Çok centilmensiniz, mersi," dedim.

Gözlerini, vücudumda açık olan bölgelerde endişeyle dolaştırınca çenesi daha da kilitlendi. Yaşadıklarına, düştüğü duruma karşı duyduğum dramatik duyguların üstesinden gelmeye çalışırken, bir adım sesi duyup başımı kaldırdım. Deren ve diğerleri de aynı şekilde sesi takip edip kapıya baktığında, dedektif Mert'i görüp düşünceli bir hal aldım. Korumalar direkt silahlarına davrandığında, Deren elini kaldırıp onları durdurdu. "Sakin olun, ben çağırdım."

Korumalar Deren'e bakıp silahlarını indirdiklerinde Mert içeriye kadar girip Deren'in yanına ilerledi. Bana doğru bakıp, "Emniyete götürülecek kız bu mu?" diye sordu.

Deren kafa sallayışıyla onaylayıp, "Zaten emniyetten bekliyorlar," dedi.

Kumral koruma öne çıktı. "Polis mi?"

Sanırım ki inandırıcı olması için Mert cebinden bir kart çıkarıp diğer iki korumaya gösterdi. "Emniyete bağlı dedektifim. Suikastçıyı alacağım."

Bana suikastçı dediklerinde gülesim geliyordu ama komik olan hiçbir şey yoktu.

Sanırım hem kartı gördükleri hem de Deren'den azar yedikleri için ikisi de başka şey eklemedi. Mert bana dönerek kolumu çekti ve Deren'e göz atarak, "Siz geliyor musunuz?" diye sordu.

"Hayır. Siz emniyete geçin. Etrafı kolaçan edeceğiz." Diğer iki korumaya baktı. 

Korumalar Deren'i onayladığında, dedektif Mert beni sanırım olması gerektiği için biraz kaba şekilde çekiştirdi. Yerdeki eşyalarıma bakıp dişlerimi sıkarken, Deren'in yanından geçtik. Yüzüne, gözlerine doğru yutkunarak baktıktan sonra başımı önüme eğip Mertle ilerledim. Odanın kapısından çıktığımızda bile kolumu sıkıca tutarak beni indiriyordu. Binanın içinden çıktığımda, bir polis arabasının sirenini duyup ürperdim. Ses kulaklarımda çınlayınca rahatsızlandım, bu yüzden Mert beni araba koltuğuna bindirirken ona söylenemedim bile.

Kapıları kapatıp aynalardan etrafına, camlardan dışarıya baktı ve sonra arabayı hızlıca hareket ettirdi. Geri taşıyarak yola kadar çıkardı. "Gerçekten emniyete mi gidiyorsun?"

"Hayır," dedi, arabayı çok hızlı kullanarak. Yol karanlık, ışıksızdı. Bu yüzden dikkatle öne bakıyordu. "Evine götüreceğim. Deren'in benden yapmamı istediği bu. Gerisini kendi halledecek."

Bu sorun ona kalacaktı. Beni o bırakmış, emniyete götürülürken de kaybolmamı sağlamış olacaktı. Zaten suikastçı ben değildim, kendisiydi. Bu yüzden belki açıklamasını hazırlamıştı. Ne olursa olsun başı ağrıyacaktı, sonuçta milletvekili sıradan bir vatandaş değildi.

Gecenin yoğunluğu ve bileklerimin sızısıyla inleyip bileklerimi ovuşturmaya başladım. Bir bileğimde kurdele vardı, Deren beni bağlarken onu çıkarmamıştı. Sanki hissetmişti kurdeleden ayrılamayacağımı. Yutkunarak dikiz aynasına baktım, arkamda Yaman'ın arabasını aradım.

"Daha önce başını belaya sokmuştum, bu kez beladan kurtardım." Mert'i duyunca göz ucuyla kendisine baktım. Hâlâ yolu kontrol ederek ilerliyordu. "Ödeşmiş olacağız sanırım."

"Ödeşmek istemedim," dedim, olanları düşünerek.

Olanları düşünüyorum, ta ki katlanabildiğim yere kadar. Bu geceye ve Derenle benim hayatımda yaşananlara sebep olan şeye kadar. En sonunda tüm düşüncelerim Karina'ya çıkıyordu. Ben de onun adı zihnimden geçene kadar katlanabiliyordum. Karina benim katlanma sınırımdı. Her şeye ve herkese.

Mert, arabayı muhtemelen Deren'in verdiği adrese, evime yaklaştırınca anahtarımın bile olmadığını hatırladım. "Ben ortadan kaybolacağım, Deren'i arayıp istediğini yaptığımı söyle."

Ona bir şekilde ulaşacaktım zaten. Yoksa merak ederdim. Araba durunca inmek için hamle yapmadan önce dedektife, "Neden yaptın?" diye sordum.

"Karşı koyamayacağım bir teklifte bulundu."

Muhtemelen paradır. 

Arabadan indim ve siteye yürüyormuş gibi davranırken onun uzaklaştığını duydum. Kendi arabamın kaldırım kenarında park edildiğini gördüm, anahtarı belki de güvenliğe verilmişti. Güvenlikten geçmeden önce de dönüp sokaktan çıkışını izledim. O, sokağın diğer yönünde gözden kaybolurken arkamdan başka bir araba sesi geldi. Yaman, dakikalardır bizi takip ediyordu.

Arabayı önümde durdurunca hızla kapıyı açıp içeriye girdim. Yaman her zamanki sakinliğinin dışında bir profil çizerek, "Orada n'oldu?" diye sordu. "Silah sesleri duydum, sonra herkes binadan ayrılmaya başladı. Senin çıktığını göremeyince içeriye yöneldim, fakat seni göremedim."

"Milletvekili vuruldu, kargaşa çıktı," dedim. "Telefonunu ver."

"Bize neler yaptığını söylemediğin için seni nasıl koruyacağımı bilemedim," dedi.

Uzattığı telefonu alırken, "Bir koruma aradığımda kime gideceğimi biliyorum," dedim.

Gece'yi arayıp telefonu kulağıma yasladım ve onun geri dönüş yapmasını beklerken, "Gece seni aradı mı?" diye sordum.

Gerildi. "Evet, biraz önce."

Telefon açılmadığı için stres yapmaya başlayıp, "Ne dedi?" diye sordum.

"Nil iyi değilmiş. Çilekli süt içtikten sonra çok kızarıp ağlamaya başladığını, kesik nefesler aldığını söyledi."

Sesinin endişeli tınısı aklımdan bir daha geçerken, "Çileğe alerjisi olmalı," diye fısıldadım. Sonra telefonu titreyen ellerimden düşürdüğümü fark edip onu dizimden aldım, tekrardan Gece'yi aradım. Telefonun açıldığını anladığım anda da, "Yaman söyledi, Nil nasıl?" diye sordum.

"O... Çok kızardı Karmen, çok kaşınıyor." Sesi kaygıdan titriyordu. "İnternetten baktım, alerji olabilirmiş."

"Onu soğuk suya sok," dedim hemen. "Öyle de üşür ama yapacak başka bir şey yok. Kaşıntısına iyi gelir. Çok ağlıyor mu?"

"Ben yaptım," dedi derhal, bir saniye sonra sorduğum sorum cevaplandı. "Çok üşüdü, çıkmak istedi ama kızarıklığı biraz geçti."

"Kalp atışları nasıl?" diye sormayı başardım.

"Bir ara çok hızlandı, korktum ama şimdi iyi."

Bu gece her ikisinin de canı yandı. Benim yüzümden.

"Ona almam gereken ilacı alacağım. Varsa eğer birazcık yoğurt yedir, biz gelene kadar başka şey yapma."

Gece telaşlı şekilde beni onayladığında aramaya son verip telefonu Yaman'a uzattım. Araba ben söylemeden hızlandı ve bir süre sonra nöbetçi eczane önünde durdu. İndik ve eczaneye geçtiğimizde almam gereken ilacı biliyor olsam da eczacıya da danıştım, söylediği ilaçla kaşıntı kremini de aldım. Nil'i bir daha incitmiştim, ağlatmıştım. Deren'in Derya'ya Nil'in ağlamasıyla ilgili söylediklerini düşününce gözlerim kapandı. Onu hiç incitmediğimi veya ağlatmadığımı söyleyemeyecektim.

Onu hiç ağlattın mı Karmen?

Evet.

Şile'ye ulaşmak zaman aldı, uzaktı. Nil'i düşünürken bu gece bağlanmış olmam bile aklımdan çıktı. Eve ulaştığımızda da kapıyı açtığım gibi karanlıkta koşmaya başladım, evin verandasını çıkıp kapıya deli gibi vurdum. Gece kapıyı açar açmaz, "Hâlâ ağlıyor," dedi.

Yanından geçip içeriye girdiğimde Nil'i koltukta gördüm. Ağlıyorken elleriyle gözlerini ovuşturuyordu. Üzerinde atlet ile kısa şort vardı. Gece arkamda kalıp gelen Yaman'ı beklerken, ben de Nil'in yanına koştum. Oturduğu koltuğun önünde eğilip onunla aynı hizaya geldiğimde, "Amore mio," diye seslendim ona.

Nil hararetle gözyaşlarını silerken bana baktı ve sonra kendini kollarıma atıp boynuma sarıldı. "Kaymen, her yerim kaşınıyor."

Onu sarıp kucağıma aldıktan sonra koltuğa oturdum. Kolları buz gibiydi, belki de bu yüzden onu üşütmediğim ilk andı. Cildine yayılmış kızarıklığa bakarak, "Sana ilaç aldım Karina'm," dedim ve Nil kafasını kaldırıp, "Nil," diye adını tekrarlayana kadar, yanlış söylediğimi anlamadım.

Islak kirpiklerinin, kızarmış burnunu ve yanaklarını acı şekilde resmetmesi karşısında boğazıma yumru oturdu. Dudakları ağlamaktan pespembe olmuştu. Sessizce hıçkırarak yanağını sildiğinde, "Nil," dedim bu kez. "Sana ilaç aldım, onu içtiğinde geçecek canım."

"Annem ilaç içme diyoy bana..." elini götürüp kızarmış boynunu tırnaklarıyla kaşıdığında, neredeyse orayı tahriş ettiğini görüp elini yavaşça çektim. 

"Bu kez içmemiz gerekiyor.” Onun kaşınan cildini çok nazikçe kaşıyıp Gece'ye döndüm. Elinde bir bardak su ile yanıma geliyordu. Yaman içeriye girmiş, ciddiyetle bizi izliyordu. Yanımdaki torbadan ilacı çıkarıp Gece'den de suyu aldım ve Nil'in ağzına dikkatli şekilde koydum. "Birazdan geçecek tırtılım."

Suyu Gece'ye verip ağlayarak bağırdı ona. "Senin yüzünden oldu! Süt içmeyeceğim dedim, içiydin!"

Gece suçlulukla, "Süt faydalı diye içmeni istemiştim," dedi.

Nil bana yaslanıp sesli ağlayınca Gece özür dileyen gözleriyle bakıp arkasını döndü, koşarak üst kata çıktı. Ellerimi Nil'e sardım ve Yaman kendinden yalnız Gece için taviz verip onun arkasından üst kata çıkarken, Nil'in saçlarından öptüm. "Üşüyor musun?"

"Soğuk su tuttu bana!" Dedi şikâyet ediyormuş gibi.

"Kaşınma diye yaptı."

Tırnaklarını yeniden kollarına götürdüğünü görünce nazikçe engelleyip onun yerine cildini ben kaşıdım. Kızarıklık tahmin ettiğim kadar değildi, ya da azalmıştı. Fakat birkaç yerini çok fazla kaşıdığı için yaralamıştı. Başını kaldırıp titrekçe iç çekti. "Annem olsaydı keşke, çok özledim annemi." Sonra da başını göğsüme koyup her küçük çocuğun yapabileceği şekilde annesini sayıklamaya başladı. "Anne, annem..."

Bunlar, bu gece içimdeki her şeyi koparan kelimeler oldu. Gözyaşlarım özgür kaldı. Dudağım onun saçları üstünde titrerken, Nil'in ağlayışı ve kelimeleri tenimde derine indi. Deren'in sözcükleri gibi kalbime kadar ulaşmıştı.

"Sana o ninniyi söylesem ağlamayı bırakır mısın?"

Meraklı gözlerini kırpıştırdığında parmaklarımı ıslak gözlerinin etrafında şefkatle gezdirdim. 

"Babamın söylediği ninni mi?"

Koltuğun arkasına yaslanıp onu göğsüme yerleştirdim. Ellerinin kollarıma dokunup destek araması, kafasını kalbime yaslaması gözlerimi kapatıp Karina'yı hayal etmem için yeterliydi. "Evet aşkım."

Nil'in ağlaması hafifleyince kulağına doğru eğilip ona daha önce okuduğum ninniyi okumaya başladım. Ninniden aklımda kalanları kulaklarına fısıldadığımda ağlayarak yanlış okuduğumu söyledi. Doğrusu o öğretti bana ve ninniyi ikinci kez onun kulağına fısıldayarak uykuya dalmasını bekledim.

Sen bir güzel meleksin,
Her gönülde çiçeksin.
Sen ne şirin bebeksin,
Uyu uyu göz bebeğim.

🎠

Açıkçası cinayet işlemeye kendi arabamla gitmeyi manasız buldum.

Yarım saattir oturduğum arabanın içinden ilerideki ıssız sokağı izleyerek sözde kadın doktorun hareketlerini takip ediyordum. Yanında başka bir kadın daha vardı, onunla ilgilenmiyordum. Deren sayesinde tanıdığım, Karina'nın organını alan, onu ameliyat edip belki de ölümünü hızlandıran o kadını izliyordum. Dizlerine kadar uzanan çizmeleriyle kaldırımda dikiliyor, soğuk havadan korunmak için yün paltosuna sarılıyordu. Arada bir önünde duran arabaya eğilip konuşuyordu ama henüz hiç kimseyle anlaşmış değildi.

Siyah eldiven olan ellerimle direksiyonu daha sıkı tutup sabırsız bir nefes verdim. Artık yalnız kalmasını ve onunla işimi bitirmeyi istiyordum. Gece karanlığı çökünce onu ilk kez gördüğüm yere gelmiştim. Yalnız kaldığımda düşündüğüm şeylerden birisi de Deren olmuştu. Gece'nin, dün beni aradığı telefon numarasını kırıp atmıştık. Telefonum da Deren'de kalmıştı. Bana ulaşacağı bir yol olmamıştı. Hem belki ulaşmak istememişti. Zaten çok sorunu vardı, milletvekilinin suikasta uğradığı haberi televizyonlara bile çıkmıştı. Bu kaosta bana vakit ayıramazdı. Üstelik aranıyor muydum, onu da bilmiyordum.

Başımı cama yasladığım için nefesimin camda oluşturduğu buğuyu gördüm ve sonra yeni bir arabanın kaldırıma yaklaştığını görüp dikkat kesildim. Araba o kadının önünde durdu ve kadın eğilip bir süre konuştu, ardından da memnun bir gülümsemeyle kapıyı açıp koltuğa yerleşti. Koltuğumda pozisyon aldım ve araba sokağın sonuna doğru ilerlerken, mesafeyi açmadan takip etmeye başladım. Süratli birkaç araba yanımdan geçip yolun sonunda gözden kaybolurken, önümdeki arabanın daha sessiz, sapa bir yere ilerlediğini gördüm. Cadde kenarındaki, arabanın bile zar zor geçtiği yolda, ağaçların yanında durdu araba ve bir müddet çalışmadı.

Arabada işlerinin bitmesi yarım saatten fazla sürdü. Araç tekrar hareket ettikten kısa süre sonra da dar sokaklara ilerledi, mahalleye girdi. Araba durduğunda neler olacağını izledim. Kadın arabadan dağılmış şekilde inip bir süre adamla konuştuktan sonra yandaki apartmana ilerledi. Yukarıya baktım, kadın içeriye girdiğinde hangi dairenin ışığının yanacağını bekledim. İkinci kattaki sarı ışık yanınca da arabayı, ayrılan arabanın yanına parka edip indim.

Apartman eskiydi, yokuşun sonundaydı. Üç katlıydı. Diğer katlarda ışık yanmıyordu. İçeriye girerken apartmanda kamera aradım ama bulamadım. Siyah kapıyı açıp pis kokan apartmanda ikinci kata çıktım, dairenin önündeki çizmeleri görüp cebimden bıçağımı çıkardım. Şapkamı biraz önüme indirip ahşap, eski tür kapıyı bıçakla zorlamaya başladım. Bıçağın ucunu, kilitlenmemiş kapının kenarında kaydırıp içeriye doğru ittim. Ahşap kapı olsa da kolayca açılmadı, bir süre denemem gerekti. En sonunda kilit içeriye doğru kaçtı ve boşluk oluştu. Bıçağı kapatıp cebime attım ve kapıdan içeriye süzüldüğümde, karanlık bir holle karşılaştım.

Kapının kilidi tutmadığı için kapanmadı, hafif aralık kaldı. Etrafıma bakınca ileride bir kapıdan ışık sızdığını gördüm, yaklaşınca da su sesi duydum. Banyo yapıyordu. İyi madem, bekleyelim.

Evin içinde çok sessiz davranıp iki oda bir salondan oluşan evi inceledim. Daha sonra da yatak odasına girip dağınıklığa iğrenerek baktım. Yatağın kenarına oturup ensemi silerken bıçağımı çıkarıp keskin tarafını parmağıma değdirdim. Yeterince can yakıcı görünüyordu.

Kapının kapandığını duyduktan biraz sonraydı. Buraya yaklaşırken bir şeyler mırıldandı, galiba şarkı söylüyordu. Hayattan keyif almasından nefret ettim. Belki de bu yüzden kapıyı açtıktan sonra duraksamasından, şarkıyı bitirmesinden haz aldım. Kafamı kaldırdığımda göz göze geldik ve beni tanıdığında korkuyla geriye çıktı.

"Evimde ne işin var?" dedi geri geri yürüyerek. "Nasıl girebildin?"

"Kapını kırdım ama önemi yok. Bir daha ihtiyacın olmayacak."

Söylediklerimden sonra elimdeki bıçağa bakıp çığlık atarak arkasını döndü ve koşmaya başladı. Peşine düşüp arkasından koştum, o aralık kapısını açıp çıkmak üzereyken saçlarından tutup geriye çektim. Vücudu sendeleyip duvara çarpınca saçlarını bileğime dolayıp önüne geçtim. "Neden? Bana neden bunu yapıyorsun?"

"Sen neden yaptın? Para için mi? Para için mi kızımın organını çıkardın? Peki n'aptın o organı? Kime sattınız?"

Gözleri daha bir büyüdü ve kafası, saçlarını tuttuğum için arkaya eğilirken yüzünde korkak ifade oluştu. "Ben... Artık yapmadığımı söyledim, yaptıklarımdan pişmanım."

"Her gece kızımın ne kadar çok ağladığını, acı çektiğini düşünüyorum...” Saçını kuvvetle çekip onu koridorda sürüklemeye başladığımda hem şaşkınlık hem de acı sesi çıkardı. "Otopsisinde böbreğinin alındığı yazıyordu. Sen aldın ondan, o öyle masum masum yatarken vücudunu açıp böbreğini aldın..."

"Dur bekle, konuşalım..."

"Tabi ki, seni dinlerim. O kadar da nezaketsiz değilim."

Onu, banyo kapısından içeriye sürükledim ve kabinin içine çektim. Islak zemine fırlattığımda kalçası üstüne düşüp eli saçlarının arasındayken inledi. Havlusu düşmek üzereydi. "Lütfen beni affet, inan ki isteyerek yapmıyordum. Feda beni zorluyordu."

"Sahte diplomayla doktorluğa başlamış birisine mi inanacağım?" 

Ağlamaya başladı, korkudan titriyordu. "Ben... Canlarını acıtmıyordum, gerçekten ameliyattan sonra hepsi hayatta kalıyordu."

Elimi tekrar saçlarına attım ve kafasını çekip sertçe ileriye ittim, banyo fayanslarına çarpıp kafasından gelen o sesi dinledim. Çığlık atarak bana vurmaya çalıştığında, "Benim kızım hayatta kalmadı!" Diye yükselttim sesimi. "Hem de boğularak! Doktorlar, bir çocuğun dayanabileceği en uzun süre dayanabildiğini söylediler! Dakikalarca mücadele etmiş ama sonunda... senin ve onların yüzünden..." devamını getiremedim, Karina'mın öldüğünü hiç yüksek sesli söyleyemedim. "... seni de boğarak öldüreceğim."

Gözleri, kafasından aldığı darbeyle arkaya doğru kaydı ama elleri karşı koymaya devam etti. "İmdat! İmdat!"

"Kızım bu kelimeyi bilmiyordu bile! Yardım isteyemedi, yalnızca ağlayıp çığlık attı!" Kafasını çekip bu kez yüzünü öfkeyle fayansa yapıştırdığımda, burnundan bir ses geldi ve üstündeki havlu kabine düştü. "Çok masumdu, çok küçüktü... Ne istediniz ondan?"

Yüzünden akan yaşlara kayıtsızca bakarak gözlerimi gözlerine hizaladığımda, "Kızının kim olduğunu bilmiyorum," dedi.

"Karina'm," dedim nefesim, dudaklarım acıdan uyuşurken. Deren gibi, kızımın adını söylerken kekeledim. "Adı Karina."

Gözlerindeki panik çığlığını gördüğümde yüreğim adeta sancılandı. Karina'yı tanıdığını o gözlerinden okudum. Kanayan ağzını açıp kapattı ve hıçkırarak, "Hayır," dedi. "Hayır, onu tanımıyorum!"

"Gözlerinde gördüm, yemin ederim tanıyorsun."  Onu yere doğru fırlattığımda duş kabini içinde kıvranıp beni tekmelemeye çalıştı. Bacakları üstüne oturup suratına elimin tersiyle bir tokat attığımda ağlamayı kesti ve yüzü diğer tarafa dönerken nefesi kesildi. "Söyle bana, ona nasıl davrandın! Canını nasıl yaktın!"

Kıpkırmızı olan yanağını tutup ıslak gözlerini bana çevirdi. Güzel gözleri bu kez kinlenmişti. "Öldüreceksin demek beni?"

"Her anının tadını çıkararak."

Ağlayarak gülmeye başladı. Ölümden önceki eşiğin delirmek olduğunu biliyordum. "Evet, ben yaptım," dediğinde kalbimin içinden bir bıçak daha geçti. "O küçük kızın ameliyatını ben yaptım, narkozunu ben verdim. Ameliyat ettiğim gün onu ilk kez görmüştüm, çok zayıf ve güçsüzdü. Ağlamaktan gözlerinin içleri kıpkırmızı olmuştu, kıyafetleri yırtıktı, yüzü kirlenmişti. Çok korkaktı, belli ki annesine hiç çekmemişti. Yalnız başına dilendirilmeyecek kadar küçüktü, bu yüzden organ ameliyatı en kârlı olanıydı. Hem talep vardı, çok zenginlere fahiş parayla satılıyordu."

Renklerin hepsi siyahtan ibaret oldu. Akan kan bile siyaha dönüştü. Beni ben yapan her şeyin ölümünü dinleyince kulaklarımda dünyanın en uzun uğultusu oluştu. Beni ben yapan her şeyden geriye, beni hiçliğe gömen saf gerçekler kaldı. Onun ölümünü öğrendikten sonra ilk kez canım bu kadar çok yandı. "Onun bu halini gördükten sonra nasıl yapabildin? O kadar masumken?"

"Para," dedi.

Bıçağı yukarıya doğru kaldırdım. "Sana ne dedi? Konuşabildiğinde sana ne dedi?"

"Anne dedi." Dudaklarını büzüp kızımın sesini taklit etti. "Mamma."

Bu kelime, Karina gibi onun dudaklarından kopan son kelime oldu. Yukarıya doğru kaldırdığım elimi indirip bıçağı kalbine sapladım. 

Boğazından haykırış döküldü ve kalbine giren bıçak deriye saplanıp kaldı. Yüzüme, etrafa sıçrayan kana boş boş bakarak elimi boğazına sardım. Gözleri arkaya doğru kayarken vücudu titremeye başladı. "Al sana para," dedim. "Kanla kazandın, kanla kaybettin."

Onu bıçakladım ama aslında nefessizlikten ölmesini istiyordum. Oturduğum bacakları acıdan kıvranırken, gözleri bana odaklanmaya çalıştı. "İyi ki yap... yapmışım. O pa... paraları çoktan yedim..."

Elimi kaldırdığım gibi suratına çarptığımda canı birçok yerden acıdığı için kesik bir çığlık attı. "İyi yaptın öyle mi! İyi yaptın öyle mi! İyi ki onun canını yaktın?"

"E... Evet." Ağzından kan taşmaya başladı.

"Geber o zaman!" Bıçağı kalbinden çıkarıp yüzüme gelen saçı öfkeyle ittim. Ardından da bıçağı aşağıya indirip böbreğinin denk geldiği yere sapladım. Bu kez dudaklarından çıkan inleme çok cılız oldu, belki de acıya karşı olan kotası doldu. Bıçak derisini parçalayıp içine temas ettiğinde etrafta daha fazla kan gördüm. "Kızımı oradan alıp kurtarsaydın sana dünyaları verirdim. Ama sen acıyı, kanı, ölmeyi hak ediyorsun."

Kan kabinin içinden sızıp yerdeki paspasa kadar ilerlediğinde, bıçağın daha da derine indiğini fark ettim. Organlarından parçalanma sesi geliyordu. Vücudunun içinden dökülüp elime değen kanın sıcaklığı midemi bulandırıyordu. Vıcık vıcık olmuştu. Çınlama sesi kulağımı delecek noktaya gelmişti. Bıçağı göğsüne bırakıp elimi vücuduna soktum, elime gelen kaygan dokuları hissedip böbreğini çıkarmaya çalıştım. Kolaylıkla çıkmayınca bıçak kullandım, kenarları parçalayarak böbreğini çıkarmak için alanı genişledim. 

Burada hiçbir şey masum değil.

Gözyaşlarım bile.

Böbreği elime aldığımda etrafımdaki kan ve kayganlık yüzünden zorlukla tuttum. Sıcaklığı beni tiksindiriyordu ama içimi küçük bir haz duygusu ferahlatmıştı. Kızıma yaptığını ona yapmıştım. 

Elimdeki organı kan yığını içine bırakıp bıçağı boğazına sapladım. Artık ölmüştü ama kan sızıntısı devam ediyordu. Üçüncü bıçak darbemi yeniden kalbine yaptım. Bu dünyada kullanmamıştı zaten, diğer dünyada da ona lazım olmayacaktı.

Bıçak orada kalsın isterdim ama bırakamazdım. Kalbinden söküp aldım ve titreyen dizlerim üstünden kalkıp sırtımı fayansa yaslarken suyu açtım. Tepeden dökülen su üzerindeki kanı silip yerdeki kanla karışırken, kadının yüzüne tiksinerek baktım. Ne kan ne organ beni onun yüzü kadar tiksindirmiyordu. 

Kanlar üzerimden aktığında kabinden çıkıp kabin kapılarını kapattım ve kanlara basmadan banyoda ilerledim. Banyonun kapısını kapatıp koridorda ilerledikten sonra odasına girdim, elimdeki eldivenle dolabını açıp bir havlu aldım. Havluyu fazla ıslak olan yerlerimde dolaştırıp saçlarımı kuruladım, ardından havluyu kanıt olarak bırakmadan yanıma alarak sokak kapısına yürüdüm. Sonra bir an aklıma gelenle beraber banyoya geri döndüm, onun vücudundan çıkardığım böbreği üzerimdeki kapüşonun cebine koydum. Bir organa dokunmaktan hiç etkilenmeden de kapıdan çıkıp arabaya yerleştim ve kaskatı kesilerek ceketimden kalemle o kâğıdı çıkardım.

Doktorun adının üstüne bir çizik attım.

"Kâğıdın sonuna birisini daha eklemem lazım."

Öldürülecekler listesi.

Feda.
Kadın doktor.
Karina'yı bizzat kaçıranlar.
Kaçırılmasına yardım edenler.
Onu boğarak öldürenler.
Karmen.

Kâğıdı katlayıp cebime koyduktan sonra arabayı çalıştırıp buradan uzaklaştım. Şile'ye dönmek için arabanın şoför koltuğuna oturdum. Uzun süre direksiyon salladıktan sonra arabadan inip iki katlı yazlığın verandasını çıkarken, Yaman'ın veranda basamağında sigara içtiğini gördüm. Kafasını kaldırıp bana baktı, üstümü süzdü. "Çok geciktin, Gece seni merak etti."

"Neden burada oturuyorsun?" diye sordum.

"Gece, Nil'i bir daha kaçırmayayım diye beni kovdu."

Yanından geçip kapıya ilerledim. "Gece'yi boşuna sevmiyorum."

Arkamdan, "Bunu ona da söyle," dedi. Sesinin her zaman aynı tonda, kayıtsız olması artık onun normaliymiş gibi geliyordu. "Seni seviyor. Senin de onu sevdiğini duymak ister."

Gece yarısı döneceğimi bildiğim için yanıma aldığım anahtarla kapıyı açtım ve içeriye girip karanlıkta yavaşça ilerledim. Elimdeki havlu ve bıçakla banyoya girdim. Etrafta çakmak aradım, bulamadığımda mutfağa inip aldım ve banyoya dönüp lavaboya attığım havlu ile bıçağı yaktım. Havlunun ateşi büyüdüğünde irkilmedim, yüzüme yansıyan alevlerin üzerinden aynadaki gözlerime baktım.

Birisine ihtiyacım var.

Kendimden başka birisine.

Havlu kül, bıçak da kullanılmaz olduğunda suyla közü ıslatıp geri çekildim. Kıyafetlerimi çıkarıp hepsini çamaşır makinesi içine koyduktan sonra küvetin içine çıplak girip kendimi yıkadım. Parmaklarım isteksizce, yavaşça saçlarımı yıkadıktan sonra vücuduma indi. Kalmış birkaç parça kan lekesini, izini tenimden ovalayarak ayırdım. Duş jelini alıp her yerime akıttım, üzerime sinen kan kokusundan yalnızca Nil için uzaklaşmak istedim. Parmaklarım kalbime akmış kanı silerken bir duraksadım. Sıcacık suyun altında bile üşüyen tenim titredi. Ardından boğazımdaki düğüm serbest kaldı ama ağlayamadım.

Karanlığa doğru bakıp başımı sallamaya başladım.

Kollarım, etrafına sardığım bacaklarımda sıkılaşırken, dudaklarım hafifçe titriyordu. 

Üşüyorum galiba, n'apacağım?

Karina olsa ona sarılırdım ama yoktu.

Dişlerimin birbirine çarpan sesini duyana kadar sıcak suyun içinde kaldım. Sonra dışarıya çıkıp sersem bir yürüyüşle havlu aldım. Havluya sarınıp kaldığım odaya geçince Gece ile Nil'in beraber uyuduğunu gördüm. Nil Gece'ye arkasını dönmüştü, Gece'de ona sırtından sarılmıştı. Kendi üstü açıktı ama Nil'inkini örtmüştü.

Yanıma getirdiğim kıyafetlerden iç çamaşırı alıp giyindim. Ardından siyah atletle yüksek bel taytı vücuduma geçirip saçlarımı havluyla kuruladım. Vücudumdaki ürpertiyi hissederken de yatağa yaklaştım, amacım özlediğim için Nil'i öpmekti ama ona eğilince gözlerimin önünde kanlar belirdi. Hızla geriye çekildim. Ona bulaştırmak istemedim.

Dudaklarımı serçe ısırarak çantadan deri ceket aldım ve hızla aşağıya indim, kapıyı kilitleyip evden ayrılınca veranda da yine Yaman'ı gördüm. Evden ayrılmam karşısında rahatsızlık duyarak. "Nereye?" dedi. "Yeni gelmedin mi? Geçip dinlensene Karmen."

"Sabah dönerim," dedikten sonra onunla yalnız ikimizin anlayacağı şekilde bakıştım. "Arabayı aldığın yere koy."

Başını salladı. "Yapacağım."

Cinayet işlemeye gittiğim arabaya değil de kendi arabama binip yazlığın yanından ayrıldım ve arabayı son sürat sürüp şehrin merkezine ilerledim. Daha önce de geldiğim semte yaklaştım ve arabayı biraz sonra Deren'in evi önünde durdurdum. Işık yanmıyordu, etraf çok karanlıktı. Anahtarımı cebime atıp dışarıya çıktım ve sokak kapısına yürürken bir kedi miyavlamasını uzaktan duydum. Parmaklarım sokak kapısına çarpmaya başladı ve Deren hiç uyumadığı için, gecenin dördü olmasına rağmen beni kapıda bekletmedi. Kapıyı elinde silahla açıp beni gördü.

Silahı, tedbir olarak yanına aldığını bilmeme rağmen bir an silahla beraber kalınca aramızdan hiç çekişmeyecek o şeye doğru baktım. Deren bir adım öne çıkıp, "Karmen?" derken başını sağa sola çevirdi, evin etrafına bakıp sonra bana döndü. "Delirdin mi sen? Bu saatte mi çıkıp geldin? Çok geç, çok geç... Neden aramıyorsun gelip seni alayım?"

Korumacı kelimelerini garip bir hisle dinleyip eşiği gösterdim. "Girecek miyim?"

Kolumdan tutup beni içeriye aldı ve kapıyı kafamın üstünden uzanıp kapattı. Üzerinde hâlâ onu diğer gece bırakıp gittiğim kıyafetleri vardı. Gömleğinin düğmeleri açıktı, ceketinin yakaları kırışmıştı. Yüzü gibi, üstündeki her bir parça da dağınık görünüyordu. "Bugün evine geldim, güvelik daireni aradı ama yoktun?" dedi sorarcasına.

Evet, haberim vardı. Arabamı sitenin önünden alırken güvenlik Deren'in geldiğini söylemişti. Eşyalarımı bırakmıştı. "Niye geldin?"

"Sen niye geldin?" dedi, saçlarıma doğru aynı kızgınlıkla bakarak. Neden o kadar kızgın baktığını anladım, saçlarımın ıslak olmasına kızmıştı.

"Üşüdüm... Birisi vardı, ona sarılamıyorum artık." Deren'e tamamen yaklaşıp kafamı gömlek yakalarının açık bıraktığı göğüs kafesine koydum. Kolumu ceketinin üstünden dolayıp ona sıkıca sarılınca titremeye başladım. Parmaklarım iki gündür üzerinden çıkmayan gömleğin yakasını sıkıca kavradığında, Deren'in bedenindeki sertliği kendi üzerimde hissettim. Üstüme bir şey devrilmiş ama can yakıcı olmamış gibisinden bir histi. Üşüdüğüm için yüzümü göğsüne sürterek içime derin, sıcak bir nefes doldurduğumda, Deren'in elini ıslak kafamda hissettim. 

"Bu yüzden bana mı sarılıyorsun?"

"Evet."

"Umarım, artık yok olan bir erkek değildir ve bir erkeğin yerine sarılmıyorsundur bana," derken kulağıma doğru tısladı ve sonra parmaklarını ıslak saçlarım arasından geçirerek diğer kolunu belime doladı. "Değil, değil mi?"

Yutkunarak göğsüne, karşımdaki kalbine bakarak, "Öyleyse?" dedim.

"Tepem atar biraz." Boğazından alçak bir iç çekiş koptuktan sonra elini gömleğini tutan elime götürdü, yumruğumu avucunun içine alıp, "Kızarıklık geçmiş," dedi.

"Hı?"

"Duvara yumruk atmıştın ya." 

Gözlerimi indirip iri elinin içinde kaybolan elimi aradım, bulamadım. Bu yüzden parmaklarımın orada olduğundan emin olmak için kıpırdatıp avucundan dışarıya çıkmaya çalıştım. Başını eğip kara kara gözleriyle cansız bakışlarımı karşıladı ve sonra bileğime de baktı. Ama acımıyordu, çünkü ipleri o bağlamıştı ve iple tenimin arasına, bana duyduğu merhameti sığdırmıştı.

Yutkunup derhal geriye çekildim, kollarının arasından çıkışım sert ve hızlı olduğu için kaşlarını çattı. Arkamı dönüp kapıyı açtım. Yürüyordum ki kolumdan tutup beni kendisine çevirdi, deli deli gözlerle baktı. "Nereye?"

"Sarıldım, gidiyorum," dedim.

"Kullan at mıyım ben? Ne demek sarıldım gidiyorum?"

Böyle söylediğime mi kızdı yoksa gidecek olmama mı?

"Konuşacaklarımız var," diyerek kapıyı tekrar kapattı ve eliyle buyur etti. "Odama çık istersen."

"Neden odan?"

"Çünkü salonda ben varım," diyen kadın sesini duydum ve gözlerim hâlâ Deren'deyken onun Nalan olduğunu anladım. Merak ettim, ona da gecenin dördü, burada ne işin var demiş miydi? "Kızımız için bir araya geldik, konuşuyorduk. Sen burada n'apıyorsun?"

Nalan'ın en başından beri orada olup bizi dinlemesinden rahatsızlık duydum. Çünkü... bizim aramızda geçen konuşmalardı, saniyelerdi. İkimiz arasında kalmalıydı. Salon kapısında duran Nalan'a döndüm. Üzerinde askılı bluzuyla taşlı pantolonu vardı. Saçları hâlâ çok güzeldi, makyajı, dudaklarındaki ruju bozulmuştu.

Düşünüyorum, acaba düşündüğüm şekilde mi bozuldu diye?

"Kahveni içtiysen git Nalan."

Nalan Deren'e doğru bakarak omzunu pervaza yasladı. "Konuşmamız bitmemişti."

"Benim dinlemem bitti."

Nalan'ın yüzüne yayılan agresifliği gördüm. "Beni yabancıların yanında küçük düşürme."

"Karmen yabancı değil." Deren bana bakıp oturma odasını gösterdi. "Ayakta kalma."

O söylediği için değil de burada aptal duruma düştüğümü hissettiğim için kolumu çekip salona yürüdüm. Yanından geçerken Nalan nezaket göstermek yerine önüme geçti, içeriye girmemi önleyerek yukarıdan bana baktı. "Kocamın evinde ne işin var?"

Gözüm seğirdi. "Bakıyorum da Derya'nın evinde değilim?"

Böyle söyleyince bozuldu. Üzerinden genelde hep çiçekli, kaliteli parfüm kokusu alırdım ama bu kez alkol kokuyordu. Bu pervasızlığının sebebi de bu olmalıydı. "Burası kızımın... babasıyla yaşadığı ev. Kimin girip girmediğini bilmek hakkım."

"Kadınları Deren'den uzak tutarken Nil'i mi öne sürersin?"

Gözlerini benden çekip, "Türkçe'n bozuk, ne dediğini anlamıyorum," dedi. Sonra da salona dönüp koltuğa ilerledi, aynı renkteki kaban ile çantasını alıp doğrulurken benden tarafa bakmadı. Yanımdan geçip holde duran Deren'e ilerlediğinde görüntüleri arkamda kaldı. Sehpadaki kahve bardağına, bardaktaki ruj izine bakarken, "Gecenin üçünde kapıyı çaldığımda yalnızca ofladın," dedi, Deren'e. "O geldiğinde neden beni aramıyorsun, gelip seni alayım, dedin. Beni kıskandırmak için mi böyle davranıyorsun?" Bunları fısıldayarak söylüyordu ama duyabiliyordum. Fısıldıyorsa Deren'e yaklaşmış olmalıydı. "Ama kıskanmıyorum!"

"Senin burada olduğunu bile unuttum! Derdini sikeyim ya... Kızımız kayıp Nalan! Düşünüp bunu kurgulayacak beynim mi var şu an!" Kapı açılma sesini duydum. "Sarhoşsun, kendini küçük düşürme artık."

"Gerçekten az içtim."

Sesler azalmaya başladığında Deren'in onu dışarıya kadar geçirdiğini anladım. Durduğum yerden ayrılıp koltuğa yaklaştım ve sehpadaki kahve bardağına bakıp onu elimin tersiyle sehpadan ittim. Bardak yere düşüp yuvarlanınca ruj izi halıya sürüldü.

Kapı çarptı ve biraz sonra Deren'in adımları bakış açıma girdi. Ayakları çıplaktı. Yerdeki kahve bardağına bakmak için biraz duraksadı ve sonra yanıma oturup kafamı bir havluyla sarsmaya başladı. "N'apıyorsun?" diyerek ellerini itmeye çalıştım.

"Sus, Nil gibi cırlama." 

Nil'in adı geçince ellerimi uzaklaştırıp yüzümü önüme çevirdim. Saçlarımı havlu ile kurulamasına izin verdim.

"Milletvekilini asıl yaralayan kimmiş? Bulabildin mi?" diye sordum.

Havluyu geriye çekip kenara fırlattı, bundan sonra da beni izlemeye başladı. "Evet, buldum. O yüzden senin şimdilik yalnızca ajan olduğunu düşünüyor korumalarım."

Az önce sarıldığım göğsüne doğru baktım. "Korumaların?"

"Benim sözümden dışarıya çıkamazlar. Yani benim korumalarım."

Ona bir şeyleri hatırlatmanın vaktiydi sanırım. "Beni senden habersiz soymaya çalıştılar, emin misin sözünden dışarıya çıkmadıklarına?"

Huzursuzca önüne dönüp ellerini sertçe ovuşturdu. Yanağındaki kas seğiriyordu. "Her zamanki rutin şeyler ama senin üzerinde denemelerinden hoşlanmadım."

Elimi saçlarım arasından geçirerek çenemin altına koydum. Kulağımda hâlâ kanın sıçrayan, düşen sesini duyuyordum. "Korumalar emniyete gidip yakalandığımı mı sanıyor?"

"Evet. İşin peşinde olduğumu söyledim. İddiaya tutuştular. Birisi Fransız ajan olduğunu düşünüyor, diğeri Rus." 

Hareket eden elini takip ettiğimde sigara paketine uzandığını gördüm. Sehpa izmarit ve alkol şişeleriyle doluydu. Sigarasını yakıp şakağını ovalarken, "Her şey kontrolümden çıktı," dedi. "Seni kontrolden çıkarıp bu saatte yanıma getiren ne?"

"Bunları konuşmak için işte."

"Yalnızca bunun için?" diye sordu.

"Tabi."

"Neden sarıldın o zaman bana? Geri ver."

Başımı ona çevirip şaşkınlıkla baktım. "Neyi geri vereyim?"

"Sarılmamı. Sana sarıldım. Madem istemiyordun, geri ver." Sigara olan elinin son üç parmağıyla yüzüme düşen saçımı alıp benim yapacağım şekilde geriye çekti. Beni vuracağı mesafedeydi ama böyle şefkatli davranıyordu. Göğüslerimiz arasına baktım, bir silah sığardı. "Kız babası olunca... saç düzeltmek alışkanlık yapıyor."

"Sarılmayı geri istemek de ancak Nil'in yapabileceği bir şey gibi."

Yorgun, içleri kıpkırmızı olan gözlerinde hafif bir gülümseme parıltısı göründü. "Bir gün Nil ile tanışacaksın."

Hiç gerçekleşmeyecek bir hayali daha önce dinlemiş miydim acaba? Omuzlarım, taşıdığım yüklerin ağırlığıyla aşağıya çökerken, "Beni sever miydi?" diye sordum.

Nil'den bahsederken olduğu gibi titrek bir soluk aldı içine. "Nil beni çok kıskanır," dedi, gözlerini boşluğa dikerek. "Yanımda kadın görmeye tahammül edemez. Özellikle bir buçuk yaşından sonra hırçınlaşmaya başladı bu yüzden. Bir keresinde onu üç günlüğüne tatile götürmüştüm, etrafta çok fazla insan ve kadın vardı... Birisi gelip yanıma oturunca bile oyuncaklarını kumda bırakıp koşa koşa yanıma geliyordu. Kucağıma oturup gözdağı verir gibi beni öpmeye başlıyordu. Bu tatlılıkları beni o kadar gülümsetirdi ki, bazen bilhassa gidip bir kadınla otururdum. Telaşla yanıma gelip bir şey göstereceğim diyerek kaldırırdı beni..." acı şekilde gülümsedi. "Tabi, bir şey gösteremezdi."

Nil'i düşününce bu yaptıklarına tamamıyla inandım. Babasına aşıktı. "Nalan'dan kıskanıyor mu?"

Sigaranın külü pantolonuna düşünce önüne doğru bakıp elinin tersiyle külü savurdu. "Hayır, kıskanmaz. Bir araya geldiğimizde sevinirdi."

"Tabi. Annesi ile babası sonuçta."

Evet," dedi.

"Nalanla ne kadar evli kaldınız?" diye sordum, kendime mâni olamayıp.

Gözünü ovalayıp, "Dört yıl," dedi. Kafası neredeyse öne düşüyordu, çok bitkindi. Acaba kaç gündür hiç uyumuyordu?

"Dört yıl," diye tekrarladım. Bu... uzun bir süreydi. Birisine tahammül etmek, aynı evde yaşamak için uzun bir vakitti. Demek ki aralarında gerçek bir şeyler olmuştu. "Onu dört yıl boyunca sevmişsin."

Hiçbir erkek beni dört yıl boyunca sevmedi.

"Edip'in korumasıydım," dedi, beni şaşırtarak. "Nalanla o şekilde tanıştık. Söylediğine göre ilk gördüğü günden beri benimle olmak istemiş, zaten bu yüzden olmaz dememe bakmadan defalarca denedi. Sonra düşündüm ki neden olmasın... Edip Akşın beni kızına layık görmedi, bu yüzden en başından beri ilişkiyi desteklemedi. Nalan'da babasının baskısından kurtulmak için evlenmek istedi, ben de kabul ettim... Hem düşününce, Utku yıllar sonra bir ailede yaşamış olacaktı, ergenliği geçirirken çok zorlanıyordu... Bir ailenin etkisinde kalmanın ona iyi geleceğini düşündüm ama olmadı. Evlilikte Nalan'a istediklerini tam veremedim, haliyle o da bıktı, ona verdiğimden daha fazla ilgi, değer aradı." Susup dinliyor muyum diye bana bakarken gözbebeklerinden uyku akmaya başladı. "Sen o sözlünü aldattığın adamı seviyor muydun?"

Konu bana dönünce bunu hiç unutmadığını fark ettim. Neden aklında tutmuştu? "Seviyordum," dediğimde sigarasını dudaklarına götüren elinin duraksadığını gördüm. "Ama onu severken bir şeyin eksikliğini hep hissediyordum. Yeni yeni anlıyorum o eksikliğin ne olduğunu."

Sigarasını sehpaya bıraktı. "Neymiş?"

"Şefkat," dedim, bunu söylemekten de rahatsız olup gözlerimi kaçırdım. "Bu his yokmuş. En sıcak anlarımızda bile içimdeki soğukluğun sebebi buymuş."

"Nasıl tanışmıştınız?" diye sordu.

"Dante'nin, ortanca abimin arkadaşıydı," dedim bir baktım ki anlatmaya başlayarak. "Diğer abilerimle de arkadaştı ama ailemize Dante'nin arkadaşı olarak girmişti. Ben on yedi yaşındayken abim onu ilk kez eve getirmişti, yemek masamızda karşımda otururken nedense gözlerimi ondan alamamıştım. Şimdi şimdi hatırlıyorum bana bakışındaki o kibri, onu beğendiğim için sahip olduğu gururunu... Hep farkında oldu onu izlediğimi, ona yakınlaşmak istediğimi ama sadece bununla yetindi, çoğu zaman gülüp geçti. Ta ki..."

"Ta ki?"

Alt dudağımı emdim ve farkında olmadan o kadar sesli bıraktım ki, Deren dönüp ağzıma doğru baktı. O dudaklarıma doğru bakıyorken de tekrar konuşmak zaman aldı. "Ta ki, ben sözlenene kadar," diye tamamladım. "İlgimi kaybedince, evleneceğimi öğrenince ilk kez bana yaklaştı, bize geldiği her defasında beni izleyen kendisi oldu. Daha sonra hepsini düşününce fark ettim aslında istediğinin ben değil de yalnızca ilgim olduğunu. Ama... yine de o zaman inandım ona ve..." Karina dünyaya geldi.

Deren alçak bir sesle, "Orospu çocuğu," diye fısıldayıp sonra da bir anda elini uzatıp alt dudağımı dişlerim arasından aşağıya çekince, bu o kadar normal ve akışında geldi ki, ağzımın ıslaklığının parmağına değmesini yalnız izleyebildim. Dudağımı ısırdığının farkında değildim. "Çok gençmişsin, duygularınla oynamış. Egosunu tatmin etmek için kullanmış senin... duygularını."

Deren'in dokunduğu dudağıma bir de kendim dokunurken, "Onu severken bunları fark etmemiştim," dedim, gözlerimi boşluğa diktim.

"Sıcak anlar," diye tekrarladı Deren, bir anda dediğime dönerek. Her nedense bunu unutmamıştı. Geriye, koltuğa doğru yaslanırken dirseğini dizime koyup afallamama sebep oldu. Yan şekilde oturduğum için dirseği bacağımın içine kadar kaymıştı. "Nil kıskançlığını kimden aldı biliyor musun?"

"Annesinden mi?"

"Benden," dedi.

Madem öyle, ben de kartlarımı daha açık oynayacaktım. Koltukta ona kayıp, "Nalan'ın rujunu sen mi dağıttın?" diye sordum, kızgınca.

Çenemi tuttuğu gibi baş parmağını kurumuş, somurtkan dudaklarımda gezdirmeye başladı. Yüzüme doğru hamle yaptığı için başım Deren'e yaklaştı ve o da kafasını dikleştirip aramızdaki mesafeden dudaklarıma baktı.  “Ne istiyorsun benden?" dedi, biraz daha doğrulup elini belime koyduğunda. Çenemdeki eli de yanağıma kavuştu ve yüzümü avucunun içine aldı. Kelimeler kalbime asılı kalmaya başlamıştı. "O sıcak anlarda eksikliğini hissettiğin şeyi bende mi arıyorsun?"

Reddetmeden yutkundum. "Nil'i çok güzel seviyorsun. Çok içten, şefkatli.”

"O benim kızım, tabii ki böyle seveceğim," dediğinde, sevgi ve Deren'in adı yan yana bulunduğu için gerildim. Panikle nefes alıp yüzümü çevirdiğimde, Deren'i o kadar yakınımda buldum ki, bu mesafeden bana istediği her şeyi yapabileceğine emindim. Gözleri yoğun ve odaklanmış şekilde bakıyordu. Sen beni, aramızda hiçbir mesafe olmadan öldürmek için ararken öpmek üzeresin. Dudaklarını alt dudağıma sürttüğünde ikimiz de inledik. "Ama sen güzel bir kadınsın..." dudaklarını dudaklarıma bir daha sürttüğü için cümleyi tamamlayamadı. "İnsanın sabırlı davranamayacağı kadar."

Onu görmezsem yaptıklarımın gerçekçiliği azalır diye gözlerimi kapattım. Alt dudağımı dudağıyla okşarken her şeyi unutmak istiyor gibiydi. Onunla başka oluyordu, şefkatsiz ve duygusuz gelmiyordu. Ağzını ağzımın üzerinden çekerek çenemi silerken gözlerimi açtım ve kara gözleri çenemi seyrederken, adem elması kavislendi.  "Böyle iyi hissedemem, kızım kayıpken bana böyle iyi hissettiremezsin..."

Kalbinin sesini dinleyen kimse bu hikâyeden sağ çıkamayacaktı.

Bu yüzden kalbinin sesini dinlememesi iyi olurdu.

Ama ya benim kalbimin sesi?

Ben onu etkiliyorum, manipüle ediyorum, bana aldanıyor ama ya ben neden ona sarılmak isterken buluyorum kendimi?

Sehpada duran telefon sesi odayı doldurduğunda, siren sesi duymuş kadar irkildim. Genzini temizleyerek doğruldu ve ileriye uzanıp telefonunu açmadan önce beklemek zorunda kaldı. Telefonu açarak kalkarken de elini terleyen ensesinde dolaştırdı. Parlayan göğüs kafesini, ütüsüz pantolonunu, loş ışıkta parlayan yüz hatlarını izlerken gözden kayboldu. Telefonuyla koridorda konuştuğu sırada kendi yedek telefonumun sesini duyup cebimden çıkardım. 

Beklenen arana geldiği için gülümsemeye başlayıp telefonu açtım.

Karşıdan, "Sen kimsin?" diye kükreyen sesi duyunca sesli gülmemek için elimi ağzıma kapattım. Derya hattın diğer ucunda çıldırmış nefesler alarak bağırmaya devam etti. "Sen kimsin? Benimle nasıl bir oyun oynuyorsun? Arabamla bir cinayet işlemişsin, üstüne de psikopat gibi telefon numaranı bırakmışsın! Kimsin ve bana neden bunu yaptın? Arabamı nasıl alabildin? Nasıl bir oyun lan bu!"

Birkaç saat önce.

"Arabayı aldığını görmediğine emin misin Yaman?" diye sessizce soruyorum evin arka bahçesinde, karanlıkta.

Alınmış gibi bana bakıp ardından kafasını iki yana sallıyor. "Hayır. Evinde uyuyordu. İçeriye girip anahtarı aldığımı fark etmedi. Geçen gün evine girerken kamerasını kırmıştık, hâlâ yeni bir kamera taktırmamışlar, anlayacağın yakalanmayacağız."

Birazdan o kadını öldürmek için evden ayrılacağım, oraya Derya'nın arabasıyla gidip suçu da onun üstüne bırakacağım. Arabasını kimin aldığını, o arabada ne yaşandığını, neler olduğunu anlamayacaktı. Elbette benden şüphe duyacaktı ama asla emin olamayacaktı ve ortada bir cinayet olduğu için korkup anlatamayacaktı, bana bunu soramayacaktı. Kendi arabasını, cinayet izlerini ortadan kaldırmakta ona kalacaktı.

Memnun bir gülümseme sırasında Yamanla göz göze geliyorum. "Döndüğümde arabayı tekrar evinin önüne bırakacaksın."

"Peki arabayla ne yapacaksın?" diye soruyor, ona yalnızca emretmiştin, hiçbir şey açıklamamıştım. "Bana söyleyecek misin?"

"Hayır," diyorum, onu ve Gece'yi korumayı seçerek. "Söylemeyeceğim." Ama o zeki bir adam ve kendisi anlayabilir.

Şimdiki zaman.

Derya'nın sesindeki çaresizliğin ve öfkenin tadını aldığımda düşüncelerim arasından sıyrılıp telefonu kulağımdan çektim ve aramayı kapattım. İçindeki hattı çıkarıp kırarken de kahkahalarla gülmeye başladım. Gerçekten başı belaya girmişti, arabada kan ve organ vardı. Bunu kime nasıl açıklayacağını merak ediyordum. Hattı ve yedek telefonumu cebime koyup saklarken, gülüşüm de hafiflemeye başladı.

Hemen hemen aynı sıralarda başımı çevirdim ve Deren'in bana anlamamış, kuşkulanmış şekilde baktığını görünce koltuktan kalkıp onun yanına doğru koştum. Böyle koşmam karşısında irkilirken, parmak uçlarımda yükselip omuzlarını tuttum ve başımı yana eğip ona boynumu açtım. "Nasıl kokuyorum?"

"Neden sordun şimdi?"

Kan kokuyor muyum merak ediyorum.

Gözlerinin içine doğru, "Herhalde çok şey istedim," deyip geri çekilecektim ki, başını eğip yaklaştı. Yüzünü boynuma yaslayıp burnundan içeriye iki derin nefes çektiğinde gözlerimi kapatıp bir süre bu şekilde dinlenmek, güçlenmek istedim. "Kızım gibi kokmuyorsun," dediğinde hafifçe panikledim. "Ama hâlâ çok güzel kokuyorsun."

Gülümsedim. Kan kokmadığım için. Evet, evet onun için gülümsedim. Bana güzel kokuyorsun dediği için değil.

"Gülüşe bak," diyerek şak diye yanağımı öptü.

Kırılma sesini kalbimde duydum ama kalbim kırıldığı için değil, kalbimin içindeki buzlar kırıldığı için.

"Birisi gülüşümü görünce hemen gülümsemeyi kesmek geliyor içimden," diye itiraf ettim ona.

"Peki neden?" dedi öptüğü yere parmağının ucuyla dokunarak.

"Gülümsememeliyim, hak etmiyorum," diyerek arkamı döndüm, koltuğa ilerleyip oturduktan sonra başımı çevirip camdan dışarıya baktım. Ece'nin evi görünüyordu, çiçekleri görünmese de.

"Hiç hoşlanmadım bak bu dediğinden..." gömlek düğmelerini kapatarak bakış açıma girdi, yukarıdan beni izleyerek gömleğinin her bir düğmesini kapattı ve ardından gömleğinin uçlarını pantolonuna soktu. Kemikli ellerini izlerken erkeksiliğini görmezden gelmeye çalıştım. "Telefon aldım bildiğin gibi. Kızımdan bir haber var, gitmem icap ediyor." Ellerini belinin iki yanına koydu. "Utku evde değil, bir grup arkadaşıyla şehrin sokaklarında Nil'i arıyorlar. Sen burada kalabilirsin."

"Ben de geleceğim," dedim kalkarak.

"Öyle bir dünya yok," dedi karşı çıkarak. "Son kez yanımda geldiğinde olanlar gün gibi açık."

Ayağımı yere vurdum. "Ya beni de götürürsün ya da seni takip ederim."

"Canın yanmasın diye uğraştığımı da anlamıyorsun değil mi?" derken dertlenmiş gibiydi.

"Çelik yeleğini üstünden çıkarıp bana giydirdiğinde anlamıştım."

Arkamı dönüp sokak kapısına yürüdüm ve dışarıya çıkıp onu bekledim. Demek kan kokmuyordum, kendimi iyice temizlemiş olmalıydım. Merak ediyordum acaba Derya bu işten nasıl çıkacaktı?

Deren evinin kapısını kilitleyip yanıma geldiğinde beraber arabasına bindik. O söylemeden kemerimi takıp, "Nereye gidiyoruz?" diye sordum.

"Polisler ulaştı. Çetenin, çocukları rehin tuttuğu bir depoya baskın yapacaklarmış, ben de derhal geleceğimi söyledim."

Keşke Karina yaşıyor olsa ve onu gidip bir anda orada bulabilsem.

Deren cevap vermemem üzerine bana bakıp elini dizime koydu. Büyük avuç içinin sert tutuşuna ister istemez tepki verip iç çektim. "Bir daha olsa bir daha o çelik yeleği çıkarıp sana verirdim."

Değmezmiş diyecek. Bir gün.

Boğulmaya çok yakın olduğumu fark ettiğimde tekrar öksürük krizine girdim ve Deren, "Hay Allah'ım," dedi endişelenerek. "Sürekli öksürüyorsun. Seni doktora götüreyim mi?"

Kafamı sessizce arkaya yasladım, sakinleşmeyi bekledim. Deren yeni bir arama gelen telefonunu açarken camdan dışarıdaki gökyüzünü izledim. Gökyüzünün rengi birazdan açılacak gibiydi, lacivert bir sis bulutu etrafı kaplamıştı. Acaba... Karina'nın gördüğü son renk neydi? Duyduğu son ses neydi? Aklından geçen son düşünce neydi? 

Son söylediği kelime anneymiş. Anne. Mamma.

Araba durduğunda ön camdan polis arabasını ve yanan mavi, kırmızı ışıkları gördüm. Aynı anda kapıyı açıp dışarıya çıktık ve kaputun önünde yan yana geldiğimizde, iki polisin ev kapısından girdiğini gördüm. Deren'in heyecanla ileriye atılmasını ama buna rağmen beni tutup yanında götürmeyi unutmamasına bir seyirci oldum. Ev kapısından içeriye girdiğimizde, içeride de polislerin olduğunu gördüm. El fenerleriyle ışık tutuyorlar, evi inceliyorlardı. Holü yürüdük ve Derenle beraber kafamızı bir odadan içeriye uzattık. İçeride, yerde battaniyeler, plastik tabaklar, kirli kıyafetler vardı. 

"Orospu çocuklarının çocuklara reva gördüklerine bak..." dedi Deren, nefretle. "Allah'sız kitapsızlar."

Karina'da mı buralarda süründü? Burada ağladı?

"Deren Bey, etrafta parmak izi arıyoruz, dokunmamaya dikkat edin," diyen polis memurunu duydum ve ağır kokan odadan çıkıp koridora döndüm. Hayalet gibi sessizce ilerleyip başka bir odaya yöneldiğimde içeride yine yer yatakları, pis eşyalar, yemek kapları gördüm. Karina'nın da buralarda kaldığını düşünerek titreyen dudaklarıma dokunduğum sırada bir ses duyup dikkat kesildim. Önce arkama baktım, Deren sinirli sinirli polisle konuşuyordu. Sonra odadan içeriye girip ilerideki yatağa yaklaştım ve battaniyeyi kaldırdığımda, tahmin ettiğim gibi bir çocukla karşılaştım. 

Yüreğimin sancılandığını hissedip çocuğun yüzünü tuttum, kendime çevirdim. Küçücüktü, oğlan çocuğuydu. Battaniyenin içinde titreyerek ağlıyordu. Gözlerini bile açamadan, "Çok üşüyorum," dediğinde, üstündeki her şeyi çekip çıkarmaya başladım. "Merhaba canım," dedim yumuşak bir sesle. "Sana yardım edeceğim, ağlama."

Ateşler içindeydi, havale geçiriyordu. Üzerinde yıpranmış kıyafet vardı, onu da çıkarmak için yardıma ihtiyacım vardı. Koridora doğru, "Deren," diye çığlık attım ve sonra önüme dönüp küçük çocuğu kucağıma almaya çalıştım. Hemen hemen aynı anda Deren'in, "Karmen, n'oldu?" diye yanıma koşuşunu duydum. "N'apıyorsun?"

"Deren," diye başlayarak anlatmaya çalıştım ama kucağında yüzünü tuttuğum çocuğun, "Anne," diye fısıldadığını duyunca sözcükler boğazıma hapsoldu. Konuşamayıp ona bakarken de yüzü aniden elimin arasından kaydı ve yana döndü, hareketsizleşti. 

"Karmen," dedi Deren, yanıma eğilip ama sonra çocuğu görünce onun da nefesi kesildi. Yüzümde gözyaşı olmadan hıçkırdığımı hissettim ve Deren elimi tutup çocuktan uzaklaştırırken, "Melek oldu," dedi, güçlükle. "Rahat bırakalım onu."

Tepki vermediğimde Deren beni kendisi kaldırdı ve nazikçe yürüterek koridora kadar çıkardı. Başım döndüğü için kendimi koridordaki kapı pervazına yaslayıp alnımı da elimin üstüne koydum. Yanağımdan aşağıya sıcak bir şey akıyordu. Demek her çocuk, ölmeden önce anne, diye fısıldarmış. 

"İçeride bir çocuk var," dediğini duydum Deren'in polise. Başımı kaldırdığımdaysa pervazına yaslandığım odanın içini gördüm. Beni, birbirinden farklı çocuk fotoğraflarının olduğu duvar karşıladı. Odanın duvarında karalanmış, yıpranmış, yerlere düşmüş çocuk fotoğrafları vardı.

Deren'de benim gördüklerimi görüp içeriye doğru yürümeye başladığında, ben de onun, Nil'den bir iz aradığını bilerek arkasından sersemce yürüdüm. Kollarımdaki ölümün ağırlığıyla odanın ortasına yürürken, bir anda sarsıldım. Gözlerimden düşen yaşların bile yanağımda hareketsizleştiğini hissettim. Deren duvarda Nil'in fotoğrafını ararken, ben Karina'nın fotoğrafını gördüm.

O olduğuna inanamadım ama kalbim bunu doğrulamıştı.

Yaklaşırken uyuşmuş, hissizleşmiştim. Ya da acının kalpte yaşanabilecek en yüksek seviyesine ulaştığım için bu acının bir üstüne çıkamıyordum, bu yüzden hissizleştiğimi sanıyordun. Duvarda yamuk şekilde duran fotoğrafı alıp yakından baktığımda Karina'nın bu fotoğrafta ağladığını, çok üzgün olduğunu gördüm. Kameraya korkarak bakmıştı. Yüzünde siyah lekeler vardı. Oracıkta o an neredeyse yeniden ölecektim. 

Deren elimdeki fotoğrafa, "Ne kadar güzel bir kızmış," dediğinde his felci geçirdiğimi düşündüm. Hislerim hareket edemiyordu. "Küçücükmüş. Acaba kaç yaşındaydı?"

Deren beni tutunca bedenimin boşlukta hareket ettiğini fark ettim. Arkaya doğru düşerken beni belimden kavramıştı. Yüzüme doğru baktığını anladım ama ben gözlerimi kızımın fotoğrafından çekemiyordum. Demek burada bulunmuştu. Bu soğuk, kirli yerde az önce kollarımda hayatı terk eden çocuk gibi belki ateşler içinde yanmıştı. 

"Karmen, vücudunu tutamıyorsun... N'oldu, neyin var?"

Hiçbir şeyim yok... Artık hiçbir şeyim yok.

"O çocuğu bir de bu fotoğrafları görünce etkilendin tabi, benimki de soru..." beni odadan çıkartırken fotoğraf ellerimdeydi. Başım dönüyordu, rüzgâr yanağıma değene kadar çıktığımızı fark etmedim. Deren karşımda bir şeyler söylerken Karina'nın fotoğrafındaki korkak gözleriyle nasıl yaşamıma devam edeceğime düşündüm. Onun bu kadar korktuğunu hep hissetmiştim ama ilk kez görüyordum.

"Gerçekten çok güzel değil mi Deren?" diye fısıldadım kızımın fotoğrafını ona göstererek.

Fotoğrafa olan ilgim Deren'i biraz duraksattı. Uzanıp elimden fotoğrafı almak istediğinde geri çekmedim, başkası olsaydı vermezdim. Fotoğrafa merhamet dolu gözlerle baktığında da bittim. "Evet, çok çok güzel bir kız."

O fotoğrafa böyle merhametle, içten baktığını görünce bu gece ikinci kez yaptığım bir şey yaptım. Onun göğsüne adeta atladım. Kolumun birisini boynuna dolayıp yüzümü acı çeken kalbine yasladım. Onu hiç bırakmayacakmış gibi sarılıyordum, birisi beni çekse de ondan ayrılmayacakmış gibi. Karina'ya, tıpkı Nil'den bahsederken ki şefkatiyle bakmıştı. İncinmesine üzülmüştü. Deren'in ellerini saçlarımın arkasında, kafamın diplerinde hissederken gözyaşlarımın burnumu tıkadığımı hissedip kendimi bıraktım. Onun kalbine doğru sessizce haykırdım. O öldü Deren. O benim kızım ve o incinerek, acı çekerek, en sonunda dayanamayarak öldü.

Deren sertçe yutkunarak elini rüzgârın geldiği yanağıma koydu, soğuğun gelişini kapatırken, "Ailesi için çok üzgünüm," dedi. 

Bu kızın annesi ona cenneti vermek istedi ama kız son günlerini bu cehennemde yaşadı.

BÖLÜM SONU.